Çağlar Üstü Rehber: Kur’an’ın Tarih ve Evrensellik Dengesi
Kur’an’ın en dikkat çekici yönlerinden biri, hem indiği dönemin insanlarına seslenmesi hem de çağlar boyunca geçerliliğini koruyan evrensel bir mesaj taşımasıdır. Yani bir yandan Arap yarımadasında yaşayan insanlara doğrudan hitap ederken, diğer yandan bugünün insanına da aynı netlikte yol göstermeye devam eder. İşte burada ince bir denge var: Kur’an hem tarihin içinde bir olay örgüsüne sahip, hem de zamanın ötesinde bir rehberdir.
Bazı çevreler Kur’an’ı yalnızca indiği dönemin şartlarıyla sınırlı tutmak ister. Onlara göre toplumlar değiştikçe, Kur’an’daki hükümlerin de “çağa uydurulması” gerekir. Hatta kimileri daha da ileri gidip “bazı hükümler artık geçerli değildir” der. Ancak bu yaklaşımın temelinde Kur’an’ı Rabbani bir rehber olarak değil, beşerî bir metin gibi algılama yanılgısı yatıyor. Çünkü eğer Allah’ın kelamı değişime uğrarsa, o zaman evrensel bir yol gösterici olma özelliğini yitirir.
Kur’an’a baktığımızda insanlık tarihindeki en büyük değişimlerin aslında ilahi sınırların terk edilmesiyle başladığını görürüz. Rabbani yol terk edildiğinde ortaya çıkan şey “gelişim” değil, “sapmadır.” Bugün laikleşme, sekülerleşme, dünyevileşme gibi kavramlar, modern dünyanın ilerleme göstergesi olarak anlatılsa da, özünde vahye sırt çevirmenin sonucudur. Kur’an’da anlatılan Adem’in iki oğlunun kıssası (Maide 27–31) da bu hakikatin özlü bir örneğidir. İki kardeşin hikâyesinde insanın iç dünyasında süren takva ile nefs çatışması anlatılır. Aslında bu kıssa, insanlığın tüm tarihini özetler. Değişimin asıl nedeni, insanın hangi yolu seçeceğidir: Allah’ın yolunu mu, yoksa nefsinin arzularını mı?
İman ve salih amel konusu da bu noktada devreye girer. Kur’an çok açık konuşur: Sadece inanmak yetmez, sadece iyi işler yapmak da yeterli değildir. Her ikisi birlikte olmalıdır. İmanın samimiyeti, amellerin anlamını belirler. Gösteriş için yapılan bir yardım, ne kadar büyük olursa olsun, Allah katında değersizdir. Nitekim Bakara Suresi 264. ayette Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın.” Bu ayet bize çok açık bir uyarı yapar: Ameller ancak imanla anlam kazanır; gösterişle, menfaatle yapılan hiçbir iş Rabbani karşılık bulmaz.
Evet, Kur’an indiği dönemdeki olaylardan bahseder. Ama bunlar sadece tarihsel birer bilgi değildir; her olayın ardında evrensel bir ders vardır. O yüzden Kur’an’daki anlatılar, bir milletin geçmişine değil, insanlığın ortak geleceğine ışık tutar. Nebilerin görevi sona erdiğinde, Allah insanlığa son kez bir rehber gönderdi: Kur’an. Onunla birlikte ilahi mesaj tamamlandı, kıyamete kadar korunacak bir hakikat insanlığa emanet edildi. Ahzab Suresi 40. ayet bunu açıkça bildirir: “Muhammed, içinizden hiçbir erkeğin babası değildir; o Allah’ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur.” Yani artık vahiy zinciri tamamlanmıştır, hakikatin kaynağı tek bir kitapta toplanmıştır: Kur’an’da.
Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir konu var: Elbette insan zamanla yeni meselelerle karşılaşabilir. Bu durum içtihat ihtiyacını doğurur. Ancak içtihat, Kur’an’ın ruhuna ve sınırlarına uygun olmak zorundadır. İnsanlar kendi heva ve heveslerine göre yeni hükümler koyamaz. Çünkü hüküm koyma yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Şura Suresi 10. ayette bu açıkça belirtilir: “Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, hüküm yalnızca Allah’a aittir.” İşte bu ayet, tarihselcilik anlayışının en büyük yanılgısını ortaya koyar. Dinin hükümleri, toplumların keyfine göre değiştirilecek insan yasaları değildir.
Sonuç olarak kardeşim, Kur’an ne sadece bir tarih kitabıdır ne de yalnızca bir döneme hitap eden metin. O, her çağda insanlığa yol gösteren, hem dünün hem bugünün hem de yarının kitabıdır. Kur’an, çağlar değişse bile değişmeyen değerleri savunur. Onu anlamanın yolu, tarihine hapsolmak değil; mesajını bugüne taşımaktır. Çünkü Kur’an yaşayan bir kitaptır; her okuyanına kendi zamanında rehberlik eder.
Selam ve esenlik seninle olsun.
aydinorhon.com