Bu sorular, dini ve ahlâki değerler arasında derin bir ilişkiyi sorgulamakta. İbadet, bir Müslüman’ın Allah’a olan bağlılığını ve inancını ifade eden bir eylem iken, ahlâk da insan ilişkilerinin ve toplumsal yaşamın temeli olduğu gibi Yüce Allah’ında emirlerindendir. Elbette İkisi de önemlidir. İbadetsiz ahlakın önemi olmadığı gibi, ahlaksız kişinin ibadeti de olmaz.
İbadetlerin amacı, sadece sevap kazanmak değil; aynı zamanda bireyin karakterini geliştirmek ve ahlâki değerler kazandırmaktır. Bu bağlamda, ahlakın inşası için ibadetler bir araç olarak görülmektedir. ahlâk, bireyin toplumsal ilişkilerde nasıl davranacağını belirlerken, ibadetler de kişinin ruhsal derinliğini ve Allah ile olan bağını güçlendirir.
ahlâk boyutu düşük kişilerin ibadetlerini yerine getirerek cennete gitmesi zordur; zira bir Müslüman’ın ahlaklı olması, hem ibadetlerini kabul ettiren hem de toplum içindeki yerini sağlamlaştıran bir unsurdur. İbadetler, ahlâki değerlerin pekişmesine katkı sağlayarak bu konuda bireyi destekler. Söz konusu değerlere sahip olmak, inançlı bir birey olmanın temel dinamiklerindendir. Bu nedenle, ahlâk ve ibadet birbirini tamamlayan unsurlar olarak değerlendirilmelidir.
90 Beled 12-18. Ayet;
Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.
İslam’ın dört ana sütunu, Müslüman’ın inanç ve davranışlarının temellerini oluşturur. Bu sütunların her biri, İslam’ın bütünlüğü içinde önemli bir yere sahip olup birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir.
İman (akaid):
İslam’ın temel inanç esaslarını kapsar. Tevhid, nebilik, ahiret, melekler ve gibi konular, iman eden bir bireyin Muhammed ümmetine katılması açısından birer temeldir. Bu inançlar, kişinin yaşamını ve sosyal ilişkilerini yönlendiren en önemli unsurlardır.
ahlâk:
ahlâk, dinin insana hitap eden yönünü temsil eder. Kur’an’ın insanlık için bir rehber olduğu fikri, ahlâki değerlere yönelik büyük bir vurgu yapar. ahlâk, bireyin toplumsal hayatta nasıl davranması gerektiğini belirler ve yaratılış gayesine uygun bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur.
İbadet:
İbadetler, bireyin Allah’a olan kulluk bilincini ve O’na olan bağlılığını ifade ettiği eylemlerdir. İbadetler, ahlâki gelişimi destekleyen araçlar olarak görülmeli; salât gibi ibadetlerin, insanı kötülüklerden alıkoyma amacı güttüğü unutulmamalıdır.
Muamelat:
Toplumsal ilişkiler, ticaret, hukuki işlemler ve sosyal etkileşimleri kapsar. Emri bil maruf (iyiliği teşvik etme) ve nehyi anil munkar (kötülükten sakındırma) gibi kavramlar, ahlâki değerlerin toplumsal düzeyde uygulanması için gereklidir. Muamelat, insanların birbiriyle olan ilişkilerini düzenlemenin yanı sıra, adalet ve eşitlik gibi değerleri de öne çıkartır.
Bu dört sütun, bir bütünlük arz eder ve İslam’ın özünü oluşturur. İbadetlerin amacı, ancak ahlakı geliştirmek ve korumak ile anlam bulur. Kuran, insanlara bu ahlâki değerleri kazandırmayı hedefler; bu yüzden ibadetler birer araç olarak görülmelidir. Ahlakın ve iyi davranışların teşvik edilmesi, İslam’ın temel hedeflerinden biridir. Bu bağlamda, bireylerin hem kendi iç dünyalarında hem de toplumsal ilişkilerinde denge ve uyum içinde olmaları beklenir.
29 Ankebut 45. Ayet;
Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı bilir.
Orucun amacının, bireye Allah’a karşı sorumluluk bilinci aşılamak ve sabır, azim gibi erdemleri öğretmek olduğu gerçeği, İslam’ın ruhuna derin bir anlam katar. Bakara suresi 183. ayette de belirtilen üzere; oruç, yalnızca bedeni aç bırakmak değil, aynı zamanda ruhu ve zihni beslemek, kişinin iradesini güçlendirmek için bir fırsattır. Bu yönüyle oruç, manevi bir disiplin sağlamakta ve insanı Allah’a yakınlaştırmaktadır.
İnfak, bireyin malını, maddi varlıklarını paylaşarak hem kendisini hem de çevresindekileri arındırmasına olanak tanıyan önemli bir eylemdir (2:219). İnfak, insanı mala köle olmaktan kurtararak, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu anlamaya yönlendirir. Bu da, toplumsal sorumluluk duygusunu geliştirir ve bireyler arası dayanışmayı teşvik eder. Yoksulluk ve diğer sosyal sorunların üstesinden gelmek, infak gibi erdemli davranışlarla mümkün olur. Böylece, toplum içinde adalet ve eşitlik sağlanır.
İyiliği teşvik etmek ve kötülüklerden sakındırmak, bireyler arası dayanışmayı güçlendirir ve toplumsal huzuru sağlar. Bu ibadet, ahlakın korunmasında, bireylerin ve toplumların içindeki bozulmaların önlenmesinde kritik bir rol oynar. Namaz, oruç ve zekât gibi ibadetler, bireyin manevi yönünü beslerken, emri bil maruf ve nehyi anil munkar, toplumsal değerlerin devamlılığını hedefler (3:104).
Bu ibadetlerin her biri, bireylerin ahlâki gelişimi üzerinde derin bir etkiye sahiptir. İslam, sadece bireysel bir inanç değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Bireylerin bu sorumluluğu yerine getirmesi, hem kendileri için hem de bulundukları toplum için büyük bir fayda sağlayacaktır. Bu nedenle, ahlâk ve toplumsal dayanışmanın önemi her zaman vurgulanmalı ve bu konuda bireylerin bilinçlenmesi sağlanmalıdır.
103 Asr Suresi, 1-3. Ayet;
Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).
Evet, yukarıdaki ayetlerde ve Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette iman, salih ameller işlemek ve hakikati, sabrı tavsiye etmek önemli bir tema olarak işlenmektedir. Özellikle Bakara suresi ve diğer surelerde, inananların ve salih ameller işleyenlerin Allah’ın rızasını kazanacağı, bu sayede kurtuluşa ereceği vurgulanır.
Salih ameller, yalnızca belirli ibadetleri yerine getirmekle kalmayıp, aynı zamanda iyi davranışlar, başkalarına yardım, adalet ve merhamet gibi sosyal değerlere bağlı kalmayı da içerir. Bu ameller, bireyin hem ruhsal gelişimine katkıda bulunur hem de toplumsal huzur ve adaletin sağlanmasına yardımcı olur.
Hakikati tavsiye etmek ise, doğruyu ve gerçeği paylaşmak ve bunları başkalarına ulaştırmak anlamına gelir. Bu, bireylerin birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri gerektiğini, toplum içinde bilgilendirme ve bilince katkı sağlama anlamında önem taşır.
Sabrı tavsiye etmek ise, zorluk ve sıkıntılar karşısında dayanma gücünü artırmayı amaçlar. Sabır, inananların karşılaşabilecekleri çeşitli engellerde kendilerini düzeltmeleri ve güçlendirmeleri açısından kritik bir değerdir.
Bu bağlamda, imanın ve salih amellerin bir arada bulunmasının önemi açıktır. İnananlar, hem kendi iç huzurlarını sağlamak hem de toplumsal değerleri güçlendirmek için bu özellikleri geliştirmelidir. Bu yolla, hem birey hem de toplum olarak kurtuluşa ulaşma yolunda önemli adımlar atılmış olacaktır.
5 Maide Suresi, 79. Ayet;
Onlar birbirlerini yaptıkları iğrenç şeylerden vazgeçirmeye çalışmadılar: yaptıkları şey gerçekten ne kötü idi!
11 Hud Suresi, 116. Ayet;
Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.
Evet, Maide suresi 79. ayette ve Hud suresi 116. ayette, önceki ümmetlerin kazandıkları gazabın önemli bir sebebi olarak birbirlerini kötülüklerden alıkoymamaları vurgulanmaktadır. Bu ayetler, toplumsal sorumluluk ve ahlâki değerlerin korunmasının ne denli önemli olduğunu ortaya koyar.
79. Ayette, Yahudi ve Hristiyan topluluklarının kendi içlerinde birbirlerine karşı tavizkar davrandıkları ve kötülüklerden sakındırmadıkları belirtiliyor. Bu davranış, onları Allah’ın gazabına ve cezasına uğratmıştır. Buradan çıkarılacak ders, bir toplumda ahlâki değerlerin korunması ve insanların birbirine karşı sorumluluklarının yerine getirilmesi gerektiğidir.
Hud 116. Ayette de benzer bir tema işleniyor; burada ise nebilerin uyarılarına rağmen, insanlardan bir kısmının birbirlerini kötü davranışlardan alıkoymadıkları için helak oldukları anlatılmaktadır. Bu da toplumların, bireylerin iyi ve doğru davranışları teşvik etme ve kötü davranışları kınama sorumluluğunu üstlenmeleri gerektiğini gösterir.
Bu tür ayetler, toplumsal adaletin sağlanmasının ve ahlakın korunmasının bireylerin yetenekleri ve çabaları ile mümkün olduğunu vurgular. İslam’da, toplumsal sorumluluk ve dayanışma önemli bir yer tutar; bireylerin sadece kendi ibadetlerine değil, aynı zamanda toplumun manevi ve ahlâki açıdan gelişimine de katkı sağlamaları beklenir.
9 Tevbe Suresi, 71. Ayet;
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu ayet, Müslümanların birbirlerine olan bağlılıklarını, sorumluluklarını ve iman pratiklerini vurgulayarak güçlü bir toplumsal yapının nasıl oluşabileceğini göstermektedir.
- Dostluk ve Dayanışma:
Müminler, hem erkekler hem de kadınlar olarak, birbirlerinin kardeşleri ve dostlarıdır. Bu dostluk, toplumda yardımlaşma, destek olma ve birlikte hareket etme gibi değerleri ön planda tutar. - İyiliği Emretme ve Kötülükten Sakındırma:
Müslümanlar, birbirlerine iyilik yapma ve kötülükten sakınma konusunda sorumludurlar. Bu, toplumsal ahlâk ve dayanışmanın güçlendirilmesi açısından kritik bir unsurdur. - İbadetlerin Önemi:
Ayet, namazı dosdoğru kılmak ve zekât vermek gibi ibadetlerin yerine getirilmesine de dikkat çeker. İbadetler, bireyin Allah ile olan ilişkisini pekiştirirken, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da artırır. - İtaat:
Müminlerin Allah’a ve Resulüne itaat etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu, dinimizin temel prensiplerine bağlı kalmanın önemini ifade eder.
Bu değerleri taşıyan müminlerin Allah’ın merhametine mazhar olacağı belirtilmiştir. Bu, müminler için bir müjde ve aynı zamanda moral kaynağıdır.
3 Al-i İmran Suresi, 104. Ayet;
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
Ali İmran Suresi’nin 104. ayeti, toplumu iyiliğe teşvik etme ve kötülükten sakındırma konusunda önemli bir sorumluluk yüklemektedir. Bu ayet, Müslümanların bir araya gelerek hayra çağıran ve toplumun refahını gözeten bir yapı oluşturmaları gerektiğini belirtir. Ancak tarihsel süreç içerisinde, bu önemli ilkelerin nasıl geri planda kaldığına ve unutturulduğuna dair bazı gözlemler yapmak mümkündür.
Dört halife dönemi, bu sorumlulukların en aktif şekilde yaşandığı zamanlardan biridir. Hazreti Ömer’in halkla olan ilişkileri, şeffaf yönetimi ve adalete verdiği önem, toplumda ibadet ve sosyal sorumluluğun nasıl işlediğini göstermektedir. Ancak zamanla, özellikle Emevi saltanatı döneminde, bu değerlerin azalması ve yanlış uygulamaların ortaya çıkması, dini anlayışta ciddi tahribatlara yol açmıştır.
Emevi döneminde iktidarın sahip olduğu güç, bazen dini gibi gösterilen siyasi otoriteden rahatsız olan bireylere veya gruplara yönelik sert önlemlerle birleşmiştir. Bu durum, emirlerin uygulanmasını zorlaştırırken, halk arasında fitne ve bozgunculuğa dair yanlış algılar oluşturmuştur. İktidarın muhalif görüşleri susturması, gerçek sorumluluklarının gereği olarak bilinen emirlerin toplumda unutturulmasına neden olmuştur.
Günümüzde de bu zihniyetin izleri hala mevcuttur. Kur’an’ın mesajını tebliğ etmeye çalışanlar, çoğu zaman benzer bir direnişle karşılaşmaktadır. Kendi çıkarları veya görüşleri adına, dinin özünden uzaklaşarak toplumu dışlayan bir tutum sergileyenler, başkalarını eleştirme veya tekfir etme yolunu seçebilmektedir. “Emri bil maruf ve nehyi anil münker” İyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışma görevinin sadece bir avuç insana indirgeme düşüncesi, İslam’ın toplumsal sorumluluk anlayışını zedelemekte ve Müslümanlar arasındaki birlikteliği tehdit etmektedir. Uydurulmuş, din mensupları da Allah’ın kitabına göre dinini yaşayanları tehdit olarak görmektedir. Büyük bir çoğunluk da geleneksel dinin söylemleriyle dinlerini yaşadığını sanmış ve sanıyorlar. Kur’an’da bir ayet hatırlatarak devam edelim.
6 En’am Suresi, 116. Ayet;
Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar, zandan başka bir şeye uymuyorlar ve onlar yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
Bu tarihsel süreçler ve güncel durum, toplumların dinamiklerini ve dini değerlerin nasıl algılandığını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bu anlayışın yeniden canlanması, hem bireylerin hem de toplumların yararına olacaktır. İslam’da din insanı sınıfı yoktur; her birey dinin temel prensiplerine ulaşabilir ve bu prensipleri uygulamakla yükümlüdür. Ancak anlamadan Allah’ın kitabını okumakla hiçbir şeye ulaşmak mümkün değildir.
İbadetlerin amacı, sadece cennete ulaşma arzusuyla sınırlı değildir. İbadetler, insanın ahlâki ve etik değerlerini güçlendirerek daha iyi bir birey olmasına yardımcı olur. Bu anlamda, ibadetler bireyin kendi içsel dönüşümünü sağlamak ve toplumsal değerleri pekiştirmek için bir araçtır. Dolayısıyla, ahlaka etki etmeyen ibadetlerin gerçek anlamda bir değeri olmaz ve bu tür ibadetler, istenen amacın dışında kalır.
İslam, bireylerin hem ruhsal gelişimini hem de toplumsal sorumluluklarını önemser. Allah’ın ibadetlere ihtiyacı yoktur; ibadetler, insanların kendilerini geliştirmesi, aralarındaki yardımlaşmanın ve dayanışmanın artması ve ahlâki değerlerin güçlenmesi içindir. Bunu başarabilmek dünyayı küçük bir cennete dönüştürmekle eşdeğerdir. Ahlaka katkı sağlamayan bir ibadet, İslam’ın özünden uzaklaşmak demektir.
Bu bağlamda, tüm Müslümanlar için kritik olan, ibadetlerin sadece birer ritüel olmaktan çıkıp, içsel bir dönüşüm ve toplumsal iyilik için nasıl bir kaynak olabileceğini anlayabilmektir. Böylelikle, dinin getirdiği evrensel ahlâki değerler, bireylerde ve toplumda güçlü bir şekilde yer bulabilir.
107 Maun Suresi, 1-7. Ayet;
Dini (hesap gününü) yalanlayanı gördün mü?İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez. Yazıklar olsun o salât (ibadet) edenlere.Ki onlar (yaptıklarını sandığı) salâtlarından (ibadetlerinden) habersizdir.Onlar gösteriş yaparlar.(En ufak) yardıma (bile) engel olurlar.
42 Şura Suresi, 52. Ayet;
İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.
Muhammed, kırk yaşına kadar kitap ve iman kavramlarını bilmezdi. Günümüzde kitapsız ve imansız kişilere ne söylediğimizi bir düşünelim. Uydurulmuş din mensupları bunu kabul edemese de, Muhammed önceleri ateistti. Ancak ahlaklı biriydi; o dönemde mevcut olan kitaba ve din anlayışına bakmıyordu. Fakat yirmili yaşlarından itibaren Hılful Fudul adındaki yardımlaşma ve dayanışma cemiyetinde görev alıyordu. Onun düzgün ahlakı, nübüvvetini kazandırdı. Elbette, Muhammed yüce bir ahlâk anlayışına sahipti (68:4).
71 Nuh Suresi, 26 – 27. Ayet;
Nuh demişti ki: “Rabbim! O kâfirlerden kimseyi yeryüzünde bırakma! Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını saptırır; sadece ahlaksız, nankör (işler) doğururlar (yaparlar).
Nuh’un duasında, yeryüzünde kâfirlerin bırakılmaması gerektiğini belirtmesi, onların varlığının diğer insanları saptırabileceğine ve ahlaka aykırı davranışların çoğalmasına yol açabileceğine dair bir endişeyi ifade eder. Nuh, Rabb’ine bu kâfirlerin yok edilmesi için dua ederken, onların sadece nankörlük ve ahlaksızlık gibi olumsuz davranışları teşvik edeceğini, böylece toplum için bir tehdit oluşturacaklarını belirtmektedir.
Nuh’un duasında vurgulanan sosyal düzenin bozulmasından kaçınmak, bu iki kavramın ne denli iç içe geçtiğinin bir göstergesidir. Eğer toplumda ahlâki değerler zayıflarsa, bu durum bireylerin ibadetlerini de etkileyecek ve ibadetin içindeki ruhu zedeleyebilecektir. Buna karşılık, ibadetsiz bir yaşam da ahlâki değerlerin kaybına ve dolayısıyla bireylerin birbirine karşı sorumluluklarını unutturacak bir duruma yol açabilir.
Sonuç olarak, ahlâk ve ibadet birlikte var olmalı; bireylerin hem Allah’a hem de topluma karşı sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için bu iki alanın dengede olması gerekmektedir. Birey, ibadetle Allah’a yakınlaşırken, ahlâkla da içinde bulunduğu toplumu ve diğer insanları gözetmeli ve bu ilişkiyi sağlam tutmalıdır. Bu bağlamda, Nuh’un duaları ve duruşu, toplumsal ahlâki değerlerin korunmasının ne denli önemli olduğunu da ön plana çıkarmaktadır.
Şimdi son cümlemizi de kurabiliriz: ahlâk olmadan ibadetin, ibadet olmadan ahlakın hiçbir anlamı yoktur.
Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir. Aydın ORHON