29 Ağustos 2025

Kur’an’a Göre Şeriat: İlahi Ölçü, Beşeri Müdahale Değil

ile aydinorhon

Bugün “şeriat” kelimesi duyulduğunda, birçok insanın aklına sert kurallar, fiziksel cezalar ve siyasal sistemler gelir. Oysa bu algı, Kur’an’ın anlattığı şeriat kavramıyla büyük ölçüde çelişir. Çünkü Kur’an’da tanımlanan şeriat, insanın yaşamını anlamlı hale getiren, Allah’tan gelen bir hayat ölçüsüdür. Kısacası şeriat, Allah’ın vahiy yoluyla insanlar için belirlediği ilahi yaşam biçimidir.

Bu kavramın yanlış anlaşılmasının en büyük nedenlerinden biri, Allah’ın indirmediği birçok hükmün “şeriat” adı altında dine dahil edilmesidir. Oysa Kur’an, bu tür bir uygulamanın doğrudan şirk olduğunu bildirir. Şura Suresi’nin 21. ayeti bu konuda çok net bir uyarı içerir:

“Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri’ ettiler (bir şeriat kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır.” (42/21)

Bu ayet, dinde hüküm koyma yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu vurgular. İnsanlar kendi görüşlerini, geleneklerini veya mezhep anlayışlarını dine mal ettiklerinde aslında Allah’a ortak koşmuş olurlar. Çünkü şeriat koymak, yani bir konuda neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirlemek, yalnızca Allah’a ait bir haktır.

Kur’an’da geçen şeriat kelimesi, sadece Muhammed’e indirilen vahiy için kullanılmaz. Aynı zamanda daha önceki elçilere gönderilen ilahi mesajlar da bu kapsamda değerlendirilir. Casiye Suresi’nde bu durum açıkça anlatılır:

“Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki hakka tecavüz ve azgınlıktan dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” (45/17)

Burada dikkat çekilmesi gereken nokta şudur: İnsanlar, açık ve net belgelerle (vahiylerle) bilgilendirilmelerine rağmen, yine de tartışmışlar ve bu tartışma Allah’tan gelen bilgiye değil, kendi tutkularına ve çıkarlarına dayanmıştır. Hemen devamındaki ayet ise Muhammed’e verilen görevi ve bizim ona karşı sorumluluğumuzu özetler:

“Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutkularına) uyma.” (45/18)

Bu ayetten anlıyoruz ki, Nebi’ye verilen görev, kendisine indirilen şeriata uymaktır. Yani Allah’ın vahyine bağlı kalmak ve başkalarının heva ve heveslerine göre değil, yalnızca Allah’ın ölçüsüne göre hareket etmektir. Aynı uyarı bizler için de geçerlidir: İlahi ölçülere değil de insanların koyduğu kurallara uyarsak, biz de aynı tehlikeye düşeriz.

Kur’an’a göre şeriat, ne geleneksel fıkıh kurallarıdır, ne de zamanla oluşmuş rivayetlere dayalı hükümler. Şeriat, sadece Allah’ın indirdiği vahiyde bulunan ölçülerdir. Bu ölçüler, yaşamın her alanında bize rehberlik eder: Adalette, ticarette, toplumsal ilişkilerde, ahlaki davranışta… Yani şeriat, salt bir ceza hukuku değildir; hayatın tüm yönlerini kuşatan bir ilahi denge sistemidir.

Ne yazık ki bugün “şeriat” adına konuşanların birçoğu, Kur’an’daki bu asli tanımı göz ardı etmiş ve din adına kendi hükümlerini üretmiştir. Oysa Allah, dinin sahibi olarak, dinde hiçbir ortak kabul etmez. Allah adına hüküm koymak, sadece O’na mahsustur.

Kur’an’ın çizdiği şeriat anlayışı, bireyin Allah’la olan bağını güçlendirmeye, adaleti tesis etmeye ve insanların heva ve heveslerine değil, ilahi bilgiye göre bir yaşam sürdürmelerini sağlamaya yöneliktir. Kur’an’dan uzaklaşan her şeriat anlayışı ise, eninde sonunda bir zulme dönüşür. Çünkü Kur’an’a göre zulüm, Allah’ın indirmediği bir şeyi dine mal etmektir.

Bu nedenle, Kur’an’ın gösterdiği şeriat çizgisine sıkı sıkıya sarılmak, sadece inançsal değil, aynı zamanda ahlaki bir zorunluluktur. Eğer gerçek bir adalet istiyorsak, eğer hayatın anlamını kaybetmeden yaşamak istiyorsak, başka kaynaklara değil, sadece Allah’ın indirdiği ilahi şeriata uymak zorundayız.

Selam ve dua ile…
aydinorhon.com