31 Ekim 2025

Hadislerin Tarihçesi, Güvenirliği ve Kur’an’ın Mutlak Üstünlüğü

ile aydinorhon

Sevgili Nebimizin sağlığında tek bir hadis bile yazılmamıştı. Dört halife döneminde de hadislerin yazılması yasaklanmış, hatta Halife Ömer’in döneminde yazılan yaklaşık 500 hadis yakılmıştır. Çünkü İslam toplumunda Kur’an dışındaki sözlerin derlenmesi ve yazılması konusundaki tereddütler büyüktü.

Daha sonra Emevi ve Abbasî dönemlerinde, yaklaşık 250 yıl sonra, hadis yazma furyası başladı. Bu süreçte hadis sayısı milyonu aşacak şekilde çoğaldı.

Örneğin, İmam Buhari’nin hadis külliyatında yer alan rivayetler, yaklaşık 600.000 hadis arasından seçilmiş, sadece 7.500’ü “sahih” kabul edilmiştir. Buhari’nin rivayetleri seçmek için abdest aldığı, rüyasında Nebi’ye sorduğu, hatta kilometrelerce yol yürüdüğü anlatılır. Ancak bu süreç, Buhari’nin bir insan olarak yaşayabileceğinden çok daha uzun ve zorlu bir süreci ifade eder ki, bu anlatımların gerçekliği ciddi şekilde tartışmalıdır.

Buhari’nin kitabındaki hadislerin güvenirliği konusunda bile rivayetçiler arasında büyük çekişmeler olmuştur. Kütüb-i Sitte’nin (Altı büyük hadis kitabı) ravileri birbirlerinin hadislerini zayıf olarak eleştirmiş, Buhari Müslim’in bazı hadislerini reddederken, Müslim de Buhari’nin bazı rivayetlerini kabul etmemiştir.

İlginç olan şu ki, bu hadis külliyatlarında “tuvalete girme” gibi çok küçük detayların babları yer alırken, Kur’an’da sıkça vurgulanan “adalet”, “şirk”, “sünnetullah” gibi temel kavramların babları neredeyse hiç yoktur.

Bugün “Ehli Sünnet” olarak bilinen toplulukta bile, Ebu Hanife hadisçilerin yanlışları nedeniyle tekfir edilmiş, sapık ve mürcie olarak yaftalanmış, sonunda bu yüzden katledilmiştir. Benzer şekilde, Şafii’nin öğrencileri Malik’in talebelerini, Buhari’nin ölümünde ise Ahmed b. Hanbel’in talebeleri parmağı olmuş, bu bile dinin temsilcileri arasındaki çatışmaların boyutunu gösterir.

Ayrıca meşhur hadis ravileri olan Kütüb-i Sitte’nin yazarları Arap değildir; bu da hadislerin orijinal Arap toplumundan ne kadar uzaklaşmış olduğunun göstergesidir.

Bunlara ek olarak, “hadis ilmi” ve “hadis usulü” diye bir disiplin oluşturulmuştur. Ama aslında bu “hadis ilmi”, uydurulan hadisleri aklamanın, sahih gibi göstermenin teknikleridir. Bir rivayetin doğru olup olmadığını anlamak için bu usullerden çok Kur’an’ı iyi bilmek yeterlidir, çünkü Muhammed Kur’an’a aykırı konuşmaz.

Buna ek olarak, Ömer, Ali, Ebubekir, Osman, Hasan, Hüseyin gibi sahabelerden rivayet edilen hadis sayısı çok az iken, sadece iki yıl Muhammed ile birlikte yaşayan Ebu Hureyre’den binlerce hadis rivayet edilmesi büyük bir muammadır.

Şunu sormak gerekir: Buhari, Tirmizi, İbn-i Mace, Nesai, Ebu Davud, Ahmed b. Hanbel, İmam Malik gibi hadisçilerin, Muhammed’i sahabelerden daha iyi tanıdıkları mı düşünülmelidir? Onların yapmadığını, hatta sahabelerin yaktığı yüz binlerce hadis uydurup dine bulaştırmaları, ümmeti ihtilafa düşürmeleri, paralel din anlayışları yaratmaları nasıl izah edilebilir?

Bütün bunlara baktığımızda ortaya çıkan sonuç, büyük bir curcuna, kargaşa, bölünme ve parçalanmadır.

Din bu kadar basit mi? İnsan ebedi hayatını böyle çürük temeller üzerine mi kurar?

İçinde hiç şüpheye yer olmayan, kendini defalarca teyit etmiş olan Kur’an varken, insan zanna dayanarak dinini mi şekillendirir?

“Zan ile din olmaz.” (Ahzab 3) der Kur’an.

Bizim sana hakk olarak anlattığımız sadece Allah’ın ayetleridir.

O halde, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanılabilir?

“Rabbinizden indirilene uyunuz. Onu bırakıp bir takım velilerin ardına düşmeyiniz. Ne kadar da düşüncesiz davranıyorsunuz!” (A’raf 3, En’am 106, Ahzab 2)

“Selam ve esenlik seninle olsun.
aydinorhon.com”