Mağaranın İçindeki Güneş: Kehf 17’nin Hayata Düşen Mesajı
“Güneşin, doğduğu zaman mağaralarının sağ yanını yalayıp geçtiğini, battığı zaman da sol yanından uzaklaştığını görürdün. Onlar, kendileri geniş bir alanda iken. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah, kimi hidayete erdirirse işte o doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bir veli bulamazsın.” (Kehf 18:17)
Kardeşim, bu ayet uzun darbımesel içinden bir anda karşımıza çıkan çok ince bir sahne gibi duruyor ama dikkatle bakınca Allah’ın sünnetullahı, insanın iç dünyası, zorlukla imtihan ve teslimiyetin psikolojisi bir arada akıyor. Ashab-ı Kehf’in yaşadığı zorluklar, bizim modern hayatta yaşadığımız sıkışmışlık duygusunun neredeyse aynısı. Fark sadece zamanın ritmi. Kıssanın niyeti bir tarih anlatmak değil; bugün içimizde yaşadığımız mağaraların karanlığına ışık tutmak.
Senin metnindeki o “mağara” kelimesinin sanatsal bir çerçeve oluşu tam buraya oturuyor. Allah, gençlerin bütün acısını, yurtlarından kopuşlarını, mallarını bırakışlarını tek bir kelimede özetliyor. Fakat mağara aynı zamanda koruyan bir rahmet mekânı. Dışarıdan bakınca karanlık ama içeride Allah’ın ayetleri işliyor.
Ayetin verdiği en ilginç detay güneşin mağaraya geliş-gidiş tarzı. Allah, sanki şunu söylüyor: “Benim koruyuşum her şeyin üstündedir; doğa bile sizin için benim kontrolümde akıyor.” Bu sahne sadece fiziksel bir gölge anlatmıyor. Zorluk anında insanın içine doğan ferahlığın da sembolü. Güneş tam tepelerine vurmasa da onları takip ediyor, ısıtıyor, kurutuyor, yaşatıyor. İnsan hayatta bazen karanlık bir mağaraya sığınmak zorunda kalır ama Allah’ın rahmeti asla tamamen çekilmez. Işık boyunca gezinir.
Senin “bolluk ve kıtlık döngüsü” diye anlattığın sünnetullah bu ayetin alt metninde hissediliyor. Tarih boyunca dönem dönem genişlik yaşanır, sonra darlık gelir. Bugün de aynı. Mutluluk devri gelir, sonra bir anda sıkışıklık ve imtihan. Ama iman edenler genişlikte şımarmadan, darlıkta kırılmadan yürürler. Çünkü bilirler ki gelen de giden de imtihanın bir parçası. Zaten Kur’an bize “Biz ona inandık; hepsi Rabbimizin katındandır.” diyen bir teslimiyet modeli sunuyor. Bu, insanı hayatta diri tutan bir bilinç. Kardeşim, işte bu bilinç olmadığı zaman küçücük bir sıkıntı bile dağ gibi ağır gelir. Güneşin ışığı mağaranın içini nasıl buluyorsa, sabır ve iman da insanın içindeki karanlığa öyle bir yol buluyor.
Teslimiyetin olmadığı yerde ise hayat giderek bir labirente dönüşüyor. Ayetteki gençler mağaraya girerken büyük bir zulmün içinden kaçıyorlardı. Bugün insanlar başka zulümlerin içine sıkışıyor; ekonomik baskı, aile yükleri, yalnızlık, anlamsızlık, iş kaygısı… Bir bakıyorsun kişi her şeyin üst üste geldiğini düşünüp umutsuzluğa kapılıyor. Bazen de o umutsuzluk insanı intihar düşüncesine kadar sürüklüyor. Oysa onun karanlık sandığı şey belki de yönünü değiştirecek bir dönüm noktası. Mağaradaki gençlerin uykusunun bir rahmete dönüşmesi gibi.
Kehf 17’nin sonunda verilen mesaj aslında bütün kıssanın kilidi: Allah kime yol açarsa, işte doğru yolu bulan odur. Kimseyi çekip zorla hidayete sokmuyor. Ama yönünü O’na çeviren için doğanın bile akışı rahmete dönüşüyor. Bu yüzden Ashab-ı Kehf’in durumu sadece tarihî bir mucize değil; her zorluğun içinde işleyen görünmez bir rahmet tarzının temsili.
Bu ayet, hayatın karmaşası içinde Allah’ın gözetimini fark edenlerin iç dünyasını anlatıyor. İnsan kendini bazen bir mağaranın içindeki dar alanda sanır ama Allah öyle bir imkân oluşturur ki güneş bile duvarların eğimine göre yolunu değiştirir gibi görünür.
Bu ayet bize şunu hatırlatıyor: Mümin, zorlukta pes etmeyen, genişlikte de şımarmayan insandır. Çünkü bilir ki karanlığın ardında ışık, sessizliğin içinde rahmet, mağaranın duvarları arasında bile bir koruma vardır. İnsan sadece yönünü Allah’a çevirdiğinde bu korumanın farkına varır. Yük hafifler, sabır kolaylaşır, umut yeniden doğar.
Doğrusunu Allah bilir…
Selam ve esenlik seninle olsun.
aydinorhon.com